Yusufeli bölgesi, Çoruh Nehri havzasında yer alan batıda Bayburt, İspir, doğuda Oltu ve kuzeyde Artvin bölgeleri kültür çevresinde yer almaktadır. Nehir havzaları insanoğlunun ilk önce yerleşik hayata geçerek tarım toplumunu oluşturduğu yerlerdir. Çoruh havzası tarih öncesi devirlerde yaşanmış kültürlerin izlerini taşımaktadır. Çoruh havzasının orta bölümünde yer alan Yusufeli bölgesinde Kalkolitik Çağ’ın Bakır devrine (M.Ö. 5500–3000) ait kalıntılar bulunmuştur. 1955 yılında yol yapımı sırasında Yusufeli’nin Nizgavan (Demirköy) köyünde bir bakır balta çıkarılmıştır. Bakır baltanın bulunması bölgenin tarih öncesi çağlarını aydınlatır nitelikte olup Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olduğunu göstermektedir.
Çoruh havzasında Nizgavan’da bakır balta, Artvin’de bulunan tunç baltaların tarih öncesi/yazı öncesi Kalkolitik ve Tunç Çağı’na ait kalıntılar olarak, Anadolu’da Divriği- Kangal, Malatya-Elazığ, Kahramanmaraş ve Amik ovasından Filistin’e kadar uzanan, kuzeyde Trans-Kafkasya ve İran’da Urmiye Gölü’ne ve Karadeniz dağlarına kadar yayılan Hurri kültürüne ait olduğu kabul edilmektedir.
Tarihi devirlerin başında Anadolu’da yayılmış, başkenti Kızılırmak kavşağında Hattuşaş olan Hititler (M.Ö. 2000- 1300) devrinde Kuzeydoğu Anadolu’da ortaya çıkarak ve Çoruh havzasına hâkim olan Hayaşa-Azzi Krallığı hüküm sürmekteydi. Anadolu’nun büyük devletlerinden olan Hititler, kuzeye doğru yayılma göstermişse de Çoruh boylarının sarp arazi yapısı ve Hititlerin iç siyasi mücadelelerinden yararlanan Hayaşa Krallığı, Hitit ilerleyişini durdurmuştur. Hayaşalılar, bu teslim olmaz özelliklerinden dolayı Hitit tabletlerinde az medeni/bayağı tabirleriyle anılmıştır.
Orta ve aşağı Çoruh boyunda yer alan Yusufeli bölgesinin asıl tanınması, Asurluların en güçlü komşusu ve düşmanı olan ve M.Ö. 831 yılında Van şehrini başkent yapan Urartu Krallığı devrinde olmuştur.3 Halkına “Hadeliler” adı verilen Urartu Krallığı, Kral Menua ile oğlu Argişti çağlarında (M.Ö. 8. Yüzyıl) hızlı bir ilerleme göstermiştir. Argişti, ülkesinin sınırlarını Anadolu içlerine ve Kafkasya zirvelerine doğru genişletmiştir. Asurlulara karşı çetin savaşlar yaparak Dicle ve Fırat nehirleri başlarını ele geçirmiştir. Urartuların bu parlak çağı Argişti’den sonra tahta çıkan oğul ve torunları devrinde de devam etmiş, ancak M.Ö. 8. yüzyıl sonlarına doğru Asurlu saldırıları ve kuzeydoğudan gelen Kimmer ve İskit dalgaları önünde zayıflayarak gerileme dönemine girmiştir.
M.Ö. 7–6. yüzyıllarda Çoruh havzasına civar ülkelerde büyük değişiklikler olmuştur. Eski krallıklar yıkılmış ve yenileri boy göstermiştir. Bu sırada birçok halk kitleleri yerlerinden oynamış, yeni gelenler eskileri ya yerlerinden çıkarmış ya da karışarak yeni karışık toplumlar oluşmuştur.
6. yüzyılda Karadeniz’in Çoruh ağzı bölgesinde İyonyalı Rum gemiciler yeni koloniler kurmaya başladığında, Kafkasya ve kuzey Karadeniz bölgelerinde İskitler yaşamaktaydı. Bu dönemde İskitler, en güçlü devirlerini yaşamaktaydı. Güçlenen Pers Kralı Danius, İskit ülkesine saldırmışsa da ağır bir mağlubiyet almıştır.
Kafkas toplumları çok eski devirlerden bu yana Ege bölgesi halklarıyla ticari ilişkileri bulunmaktaydı. Yeni dönem İyonyalılar, eski yolu izleyerek Karadeniz kıyıları boyunca ticareti geliştirmiş ve ticari koloniler kurmuştur. Sahil boylarında çeşitli yerlerde ticari yerleşim yerleri kuran Yunanlılar, nehir boylarından ve geçit yerlerinden sahilden iç bölgelere açılarak ticareti yaygınlaştırmıştır. Yunanlılar, Kafkasya halkları, kültürü, ekonomisi gibi konularda bilgiler toplayarak yazmıştır. Yunanlıların kayıtlarına göre, Kafkasya ve Çoruh boylarında işlerine yarayacak pek çok eşya ve mal bulunmaktaydı. Keten, keten dokumaları, deri, yün orman ürünleri, kereste, altın gümüş ve diğer madenler burada bulunan ürünlerden bazıları idi. Yunanlılar, bu mallara karşılık kumaş, süs eşyaları, kap kacak, besin maddeleri gibi bazı işlenmiş ürünleri getirerek satıyorlardı.
M.Ö. 5. yüzyılda Güney Kafkasya Persliler tarafından işgal edilerek Pers eyaleti haline getirilmiştir. M.Ö. 4. yüzyılda Makedonyalı Büyük İskender komutasındaki Yunan orduları bölgeyi işgal edene kadar Pers hâkimiyeti devam etmiştir. İskender’in ölümü ile İmparatorluğu dağılmış ve Güney Kafkasya’da Helen krallıklar kurulmuştur. M.Ö. 2. yüzyıl başlarından itibaren Roma İmparatorluğu, Anadolu’yu işgal etmiştir. Romalıların ağır vergilerine karşı yerli halklar başkaldırarak savaşmıştır. Gürcistan ve Doğu Anadolu’da Roma – İran hâkimiyet mücadelesi devam ederken mücadeleden yaralanan Gürcistan Krallıkları M.S. 3. yüzyılda güçlenmeye başlamıştır. Doğu Kafkasya’da Kartli (İberya) Krallığı, Çoruh havzasını içine alan batı bölgelerinde Kolheti Krallığı güçlenmeye çalışmıştır. Gürcü krallıkları, kendi aralarında birlik sağlayamadıklarından büyük güçlerin mücadele alanı olmaktan kurtulamayarak ittifak ve anlaşmalarla varlıklarını sürdürmeye çalışmıştır.
İslâmiyet’in doğup yayılmaya başlamasına kadar Gürcü krallıkları daha çok Bizans İmparatorluğu’na bağlı olarak varlıklarını sürdürürken, 7. yüzyılda Gürcistan’da İslâm fetihleri başlamıştır.
Hz. Ömer döneminde başlayan fetihlerle Gürcistan’da Müslümanlar kısmen idareye hâkim olmuştur. 643'de Azerbaycan bölgesine gönderilen Süraka b. Amr, buradaki fetihlerden sonra, kendisi Ermenistan'a yönelip Kafkasya'nın değişik bölgelerine askerî birlikler sevk ederken, Habib b. Mesleme'yi de Tiflis'e göndermiştir. İslam orduları, Tiflis yakınlarındaki bir kaleye ulaşınca istirahata çekilip hayvanlarını da otlaklara salmışlar, bu fırsatı değerlendiren Gürcülerin saldırıları üzerine büyük kayıplar vererek geri çekilmişler, fakat daha sonra toparlanarak geri dönüp Tiflis'i kuşatmışlardır. 645’de Ermeniye fethiyle görevlendirilen Habib, Duvin'den sonra Tiflis üzerine yürümüş ve şehir kuşatılarak Gürcü kralına barış İslam hâkimiyetini kabul etmesini teklif etmiştir. Teklifi kabul eden Gürcü kralı hediyelerle birlikte bir elçi göndermiştir. Gürcülerin cizye ödemelerine mukabil canları, malları, mabetleri ve dinî değerlerinin korunacağını hükme bağlayan ve tarafların uyacağı hususları ihtiva eden bir amanname yazıp krala gönderen Habib, hediyelerin değerini tespit ettirip bunu yıllık cizye miktarından düştüğünü bildirmiştir.
Gürcistan, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde Ermeniye valiliğine, daha sonra Emeviler döneminde ise el-Cezire valiliğine bağlanmıştır. Emevi orduları, 653'te Çoruh vadisinin de içinde yer aldığı Batı Gürcistan'ı ele geçirmiş, fakat ertesi yıl burası tekrar Bizans hâkimiyetine geçmiştir. Emeviler, Gürcistan’ın diğer yerlerinde varlıklarını sürdürmüştür. Gürcistan, Emevîlerden sonra aynı topraklar üzerinde kurulan Abbasîlerin hâkimiyetine girmiş ve bu dönemde Tiflis'te bir İslam emirliği kurulmuştur6. Mütevekkil dönemine kadar Abhazlar ve Hazarlar vergilerini Tiflis'teki bu emirliğe ödemiştir. Gürcüler, fırsat buldukça Bizans’tan da aldıkları destekle Abbasî idaresine karşı bağımsızlık mücadelesi yürütmüştür.
Anadolu’nun kapılarını Türklere açan ve Anadolu’nun fatihi olarak anılan Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı Sultan Alparslan, Çoruh havzasını da fethetmiştir. Sultan Alparslan, 1064 Şubat’ında Selçuklu Başkenti Rey’den ordusu ile hareket ederek Kafkasya ve Anadolu seferine çıkmıştır. Kısa sürede Nahçivan ve Iğdır bölgelerini alan Sultan Alparslan, oğlu Malik Şahı ve vezirini Nahçivan’da bırakarak Gürcistan’a girmiş, Gürcü (Lori/Taşir) Kralı David’in yönetiminde bulunan Tiflis’ten Çoruh vadisine kadar olan bölgelerdeki şehir ve kaleleri almıştır. Bu şehir ve kaleler arasında Çoruh boylarında bulunan Şavşat, Ardanuç, Artvin, Tao/Tav eli denilen Oltu, Tortum, Yusufeli bölgeleri de vardı. David kızını ve vergi vermeyi kabul ederek Sultan’ın tabiiyetine girmiş ve memleketine dönmüştür.8 Böylece Yusufeli’nin de içinde bulunduğu Çoruh vadisinin Türkler tarafından ilk defa fethi gerçekleşmiş ve bölge Büyük Selçuklu Devleti hâkimiyetine girmiştir.
Haçlı seferi ve Bizans saldırılarının Selçukluları yıpratması üzerine, harekete geçerek kaybettiği eski yerlerinin hâkimiyetini geri almaya çalışan Kral David Selçuklular karşısında kendisini zayıf hissetmekteydi. Her ne kadar yıpranmışsa da küçük bir Gürcü devleti Selçuklu Devleti’ne karşı girişeceği harekette başarılı olamazdı. Kafkasya’da Gürcülerle komşu olarak yaşayan Kıpçakların (Kuman) kendilerine destek sağlaması ile Selçuklularla mücadele edebileceğini hesaplayan David onlarla akrabalık kurarak desteklerini sağladı. Kıpçak Türkleri Orta Asya bozkırlarında Balkanlara kadar geniş bir sahayı işgal etmekteydi. Kral David, Kafkaslarda Gürcülerle komşu olan Kıpçakların hükümdarı Karahan’ın oğlu Atrak’ın kızı ile evlendi ve Kıpçakları memleketine davet etti. Kral David, 1090-1100 tarihleri arasında Kıpçaklardan 40.000 kişilik bir ordu teşkil ederek askeri gücünü artırdı. Bu Kıpçak askerleri aileleri ile birlikte getirilerek başta sınır boyları olmak üzere Gürcistan topraklarına yerleştirildi. Bu dönemde yaklaşık 200.000 Kıpçak Türkü Gürcistan, Kür ve Çoruh boylarına yerleşti. Gürcistan sarayında yetiştirilen 5.000 Kıpçak çocuğu Gürcistan merkez kuvvetlerinde ve devlet teşkilatında görev almıştır. Böylece Şamani Kıpçaklar arasında Hıristiyanlık yayılmıştı.
Yusufeli bölgesine gelip yerleşen bu Kıpçak Türkleri, Gürcülerle komşu ve içi içe yerleşmiştir. Yusufeli bölgesinde Türkçe yer isimleri bu ilk yerleşimci Türkler tarafından konulmuş olmalı. Dörtkilise, Aşbişen, Göcek, Sarıgöl, Karadağ, Balsuyu gibi yer isimleri bu durumu açıklamaktadır. Türkçe konuşan, Türk adet, gelenek görenek ve boy işaretlerini taşıyan Yusufeli’nin bu ilk Türk yerleşimcileri Osmanlı fetihlerinden sonra kardeşleri yeni fatihlerle kolayca kaynaşmış ve Müslüman olmuşlardır.
Osmanlı - İran savaşları devam ederken İmereti Kralı Bagrat, 1535 tarihinde Murcaheti Savaşı’nda Kvarkvare’yi esir etmiş ve Samtshe Atabeyliği’ni büyük ölçüde nüfuzu altına almıştır. Kvarkvare’nin beylerinden Otar Sakaşvili, Kvarkvare’nin oğlu Keyhusrev’le birlikte İstanbul’a giderek Padişah’tan yardım istemesi üzerine Osmanlılar, Samtshe Atabeyliği’ne sefer açmaya karar vermiştir. Erzurum Beylerbeyi Mehmed Han Gürcistan seferine memur edilmiştir. 1536 ilkbaharında hazırlıklarını yapan Mehmed Han, 4 Temmuz 1536 tarihinde Tortum, Narman, Oltu ve Pertekrek yönünde Gürcistan’a sefere çıkmış ve Gürcü ordularını ağır mağlubiyete uğratmıştı. Savaşın nerede cereyan ettiği kayaklarda zikredilmemiştir. Mehmed Han’ın 1536 tarihinde çıktığı Gürcistan seferi iki yıl kadar sürmüştür. Mehmed Han, savaşlar sonunda 1538’da Gürcü Samtshe Atabeyliği’nden Micinkerd, Zivin, Kağızman, Kars, Narman, Oltu’nun güneyi, Tortum’da Kisha Deresi nin yukarı kısımları ve Livane Deresi denilen Çoruh boylarını fethetmiştir. 1538’de yeni fethedilen Livane Deresi’nde Livane sancağı kurulmuş, sancak beyliğine 7 Nisan 1538 tarihinde Kullar Ağası Murad Bey 200.000 akçe hasla tayin edilmiştir. Pertekrek’te kurulan Livane sancağı, Pertekrek Kalesinin batı ve kuzey batı taraflarını ihtiva etmekteydi. Kısa bir zaman sonra 1543 tarihinde Gürcü İmerth Kralı Bağkrat, Livane vadisini geri almıştır.
Kanuni Sultan Süleyman, 1548’de İran seferine çıktığında Gürcü beylerinin oluşturduğu tehlikenin ortadan kaldırılması için üçüncü vezir Ahmed Paşa’yı Gürcistan seferi için görevlendirmiştir. Ahmed Paşa, 18 Eylül 1549 tarihinde Tortum’u fethettikten sonra Erzurum ve Sivas Beylerbeyilerini Livane vadisini almak üzere görevlendirmiştir. 7 Ekim 1549 tarihinde bölgenin müstahkem kalelerinden Pertekrek/Peterek (Yususfeli Çevreli Köyü) kalesi ile ona bağlı olan Kiskim ( Alanbaşı Köyü) ve Nihah (Yusufeli Yokuşlu köyü) kaleleri ikinci ve son defa olarak fethedilmiştir. Osmanlı ordularının seferi sırasında bu kaleler aman yani bağışlanma isteyerek teslim olmuşlardır. Bu defa Livane vadisinde Erzurum Beylerbeyiliğine bağlı Pertekrek sancağı kurulmuş ve sancak Erzurum Kethüdası Ferhat Beye tevcih edilmiştir.
Pertekrek sancağı 16 Ağustos 1552 tarihinde Gürcü Beka Beye ocaklık olarak verilmiştir. Beka Bey, bir müddet sonra Müslüman olmuş ve Sefer adını almıştır. Sefer Bey ocaklarını ve mülklerini kardeşi ile birlikte tasarruf etmektedir. Kardeşi henüz Müslüman olmadığından aralarında geçimsizlik çıkmıştır. Sefer Beyin geçinemediği kardeşi Zuzende Livane (Artvin) sancak beyidir. Zuzende Bey de bir müddet sonra Müslüman olarak Mehmed adını almıştır. Sefer Bey 1565 tarihinde de Pertekrek sancak beyliği görevini sürdürmektedir. Daha sonra Pertekrek nahiye haline getirilerek Tortum sancağına bağlanmıştır. 1574 tarihli kayıtta Tortum’un nahiyesi olarak zikredilmektedir.
Çıldır Beylerbeyliği 1579 yılında kurulmuştur. Pertekrek sancağı Erzurum Beylerbeyiliğinden alınarak Çıldır Beylerbeyiliğine bağlanmıştır. Bu dönemde Pertekrek ocaklık bir sancak olarak Keyhüsrev İbn Mehmed Beye verilmiştir. Pertekrek, 1632 yılında bir aralık Kars Beylerbeyiliğine normal bir sancak olarak bağlanmışsa da daha sonra yine Çıldır Beylerbeyiliğine bağlanmıştır.
Pertekrek XIX. Yüzyıla kadar Çıldır Eyaletine bağlı bir sancak merkezi olarak varlığını sürdürmüş olmasına rağmen 1682 – 1702 tarihli Osmanlı idari taksimat defterine göre, Kiskim, Yusufeli bölgesinde ikinci bir sancak merkezi olarak oluşturulmuştur. Pertekrek ve Kiskim sancakları ayrı idari merkezler olarak 1800’lü yıllara kadar bölge yönetimini paylaşmışlardır. XIX. yüzyılın başında Pertekrek sancağının lağvedildiği anlaşılmaktadır. Peterek beylerinin torunları halen bu köy nüfusuna kayıtlı olarak yaşamaktadırlar.
Çıldır Eyaletine zaman zaman merkez olan Ahıska ile Ahılkelek 1828-1829 Osmanlı – Rus savaşında kaybedilmesi ile eyaletin bir kısmı işgal edilmiş; fakat buna rağmen Çıldır Eyaleti lağvedilmemiştir. Tanzimat devrinde yapılan idari düzenleme ile Çıldır bir sancak haline getirilerek Erzurum eyaletine bağlanmış, Kiskim de Çıldır sancağına bağlı bir kaza haline getirilmiştir. 1864 yılında yeni Osmanlı vilayetler kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunun uygulanması ile Osmanlı eyalet sisteminin yerine vilayet idaresi getirilmiştir. Yeni idari yapılanma ile haberleşmenin kolay sağlanması ve işlerin yerinden kolayca çözülmesi için idari birimler birleştirilmiştir. Yeni kanunun uygulanmasına 1868 (1285) tarihinde geçilmiştir. Kiskim kazası 1868 (Hicri 1285) tarihinde Erzurum vilayeti merkez sancağa bağlanmıştır. Bu idari düzenlemeden sonra 1871 (1288) tarihinde Kiskim nahiyeye dönüştürülerek Erzurum merkez sancağa bağlı İspir kazasına bağlanmıştır. Bu düzenlemede Tortum kazası da nahiye haline getirilmiş ve İspir kazasına bağlanmıştır.
Kiskim nahiye müdürü Derviş Bey’di. Kiskim nahiyesine bağlı 15 köyde 1.571 hane vardı. 1.612 Hıristiyan, 4.060 Müslüman olmak üzere toplam 5.672 nüfus vardı. Nahiye dâhilinde 5 dükkan, 10 cami, 12 kilise, 10 Müslüman sıbyan mektebi (ilk okul), 13 Hıristiyan mektebi vardı.
“93 Harbi” (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı)’nden sonra sınırdaki değişme ile Kiskim nahiyesi 19 Nisan 1885 (4 Receb 1302) tarihinde tekrar kaza haline getirilmiştir. Lazistan sancağından Livane kazası kazası Ruslar tarafından işgal ve ilhak edilmiştir. Livane kazasının Vakıf/Kobak (Yüksekoba) ve Ma’-i ulya (Milo olmalı Artvin merkez Sarıbudak köyü) nahiyeleri ile bunlara bağlı bazı köyler Osmanlı tarafında kalmıştır. Bu nahiyeler Kiskim kazası ile birleştirilmiştir. Vakıf ve Ma’-i ulya nahiye ve bunlara bağlı köyler Kaçkar dağlarının güney tarafında ve Çoruh vadisinde olan yerleşim yerleri idi. Bu nahiyeler ile Lazistan livası yeni merkezi olan Rize arasında yaklaşık 40 saatlik mesafe olduğu ve ulaşım için yol bulunmadığı, kışın ise ulaşımın tamamen ortadan kalktığından yeni kurulan Kiskim kazasına ve böylece Erzurum vilayetine bağlanmaları uygun bulunmuştur. Yeni yerlerin bağlanması ile Kiskim kazası merkezi de Öğdem nahiyesine taşınmıştır. Kaza merkezinin Öğdem nakledilmesinde Vakıf ve Ma’-i ulya nahiye ve köylerinin Öğdem nahiyesine daha yakın olması etken olmuştur.
Kaçkar dağlarının zirvesinde yer alan ve ulaşımı oldukça zor olan Vakıf (Kobak) nahiyesi bir müddet sonra köye çevrilmişse de daha sonra yeniden nahiye yapılmıştır. Ulaşımı daha kolay olan Barhal (Altıparmak) ve Arcivan köyleri de nahiye yapılmıştır. 1307 (1889-1890) tarihli Devlet Salnâmesi’ne göre Kiskim kazasının 9 nahiyesi ve 61 köyü vardır. Bu nahiyeler Ersis (Kılıçkaya), Pertekrek (Çevreli), Oşnak (Köprügören), Hoduçur (İspir’in Sarıkonak köyü), Barhal (Altıparmak), Udav (Bostancı), Arcivan (Balalan), Zor (Esenyaka), Milo/Melo (Sarıbudak) köyleri idi.
Öğdem’in Kiskim kaza merkezliği ancak yedi yıl devam ettirilebilmiştir. Kaza merkezi 8 Şubat 1892 (9 Receb 1309) tarihinde çıkarılan irâde-i seniyye ile Ersis nahiyesine nakledilmiştir. Bu nakilde birçok faktör etken olmuştur. Öğdem köyü birkaç haneden ibaret olup yolları çok zahmetli ve kış mevsiminde yolların darlığı geçilmesini daha da zorlaştırmakta, bazen ahaliden düşüp ölenler dahi olmuştur. Kiskim kazasında mahkeme olmayıp, adliyesi Tortum kazasına bağlı idi. Öğdem Ersis’e göre Tortum’a iki kat daha uzaktır. Bu sırada Tortum kazasının bazı köyleri Kiskim kazasına bağlandığından Kiskim kazasının köylerinin çoğu Ersis tarafında kalmıştır. Bu gerekçelerle birlikte Ersis köyü ileri gelenleri, kaza için yapılması zorunlu olan hükümet konağı, hapishane, telgrafhane ile telgraf tellerinin döşenme masraflarını ödeyeceklerini taahhüt etmişlerdir. Kaza merkezinin taşınma kararı Erzurum vilâyetinden teklif edilmiş Şûrâ-i Devlet ve Meclis-i Vükelâ’da uygun görülerek iradesi çıkarılmıştır.
Artvin 1878’de Rusya’ya terk edildikten sonra Kiskim serhat kazası olmuş ve Kiskim bölgesinden Rusya’ya gidiş gelişleri ve ticareti sağlayan üç sınır kapısı kurulmuştur. Sınır boyunda Rusya tarafına geçiş yerleri olan vadilerde yer alan Melo, Ohur (Pamukçular) ve Hod (Artvin merkez köylerinden Maden köyü) köylerinde pasaport daireleri kurulmuştur. Melo sınır kapısı Artvin, Ohur sınır kapısı Olur ve Oltu, Hod sınır kapısı ise Ardanuç tarafına açılan yol güzergâhlarında yer almış pasaport daireleridir.
1899 yılında Kiskim kaza meclisi, Ersis Belediye Reisi Salih Efendi, belediye meclis üyeleri Hüseyin Pehlivan, Abdullah Ağa ve Hüseyin Ağa’dan oluşmaktadır. Kiskim’de daha önce mahkeme yokken Şer’i mahkeme kurulmuştur.
Bu dönemde kaza merkezinde iptidai adı verilen modern bir ilkokulun 46 öğrencisi, Salih Efendi adında bir öğretmeni ve bir kapıcısı vardır. Ayrıca köylerde 50 adet geleneksel ilkokul olan sıbyan mektebi vardır.
Kiskim’de çakıcı (hayvanların nallarını çakan), kondakçı (tüfek kundağı yapan), demirci, bakırcı, taşçı (taş ustası), dülger (marangoz) gibi sanatkarlar mevcuttur.
Yetiştirilen tarım ürünleri: buğday, sarıbaş (buğday cinsi), çavdar, arpa, darı, gilgil, ilim, nohut, mercimek, bakla, pirinç, bamya, patlıcan, mısır, fasulye, soğan, kabak, şalgam, lahana vesairedir.
Meyve ağaçları: vişne, kiraz, elma, armut, üzüm, dut, ayva, zerdali (kayısı), erik, üvez, incir, nar, zeytin, kızılcık, şeftali, ceviz, muşmula, ağaçları ile kavun, karpuz ve sair sebze ve meyveler yetiştirilmiştir.
Kiskim bölgesinde çeşitli madenler çıkarılmıştır: Çorgens (Avcılar), Göcek (Çeltikdüzü) köyleri ile Öğdem ve Melo nahiyeleri köylerinde kireç ve alçı, Tunges (Bakırtepe), Nusuncur (Çamlıca), Nizgovan (Demirköy) ve Arcivan (Balalan) köylerinde çelik madeni olup halk bunları adi ocaklarda yakmış ve kaza dahilinde satıldıktan sonra fazla olanlar dışarıya satılmıştır.
Kazaya bağlı Öğdem, Erkinis (Demirkent) ve Hoduçur nahiyeleridir. Kazanın 59 köyü ile birlikte 37.661 nüfusunun 19.300’u erkek,18.361’i bayandır. Kaza dahilinde çok sayıda dini ve ticari kurum vardır.
1900 yılında Kiskim’de Rüşdiye mektebi açılmıştır. Rüşdiyenin iki öğretmeni ve 67 öğrencisi vardır. Bir yıl önce bir modern ilkokul olan iptidai mektebi varken Öğdem ve Erkinis’te birer olmak üzere 3 iptidai mektebi daha açılmıştır. Açılan yeni iptidai mektebine, Padişah II. Abdülhamid’in ismine izafeten Hamidiye Mekteb-i İbtidai ismi verilmiştir.
Bu yılda Kiskim’e 12 köy daha bağlanmış ve 71 köyü olmuştur. Böylece nüfusu da 39.964’e çıkmıştır. Bu yeni bağlanan köylerin Hıristiyan köyü olduğu anlaşılmaktadır. Zira kilise sayısı 16’dan 25’e çıkmıştır, bir yılda 9 kilisenin yapılmış olması pek muhtemel gözükmemektedir.
1899 (H.1317) ve 1900 (1318) Yıllarında Kiskim Kazasındaki Kurumlar:
Erzurum vilayetine bağlı Kiskim/Keskim kazası ile Ankara’nın Keskin kazası isimleri benzerliğinden dolayı posta ve telgrafların dağıtımında yanlış dağıtımlar yapılmıştır. Posta Telgraf ve Telefon Nezareti, yanlış dağıtımların önlenmesi için Kiskim isminin Ersis olarak değiştirilmesini Dâhiliye Nezareti’ne teklif etmiştir. Bu teklife rağmen Dâhiliye Nezareti Ankara Vilâyetine 7 Şubat 1914 tarihinde yazdığı talimatla Keskin kazasının isminin değiştirilmesini teklif etmiştir. Bu teklife Ankara Valisi tarafından verilen cevapta, Keskin kazasının Ankara’nın gelişmiş bir kazası olduğu ve isminin Türkçe olmasından dolayı değiştirilmesinin uygun olmadığı belirtilerek Kiskim isminin değiştirilmesi teklif edilmiştir. Bunun üzerine Dâhiliye Nezareti, 24 Şubat 1914 tarihinde Erzurum Vilayetine Kiskim kazasının isminin kaza merkezi olan Ersis ismine çevrilmesini teklif etmiştir. Erzurum vilayeti Kiskim isminin Ersis olarak değiştirilmesini 6 Mart 1914 tarihinde Kiskim Kazasına yazmıştır. Kiskim kaza meclisi 6 Mayıs 1914 (23 Nisan 1330) tarihine toplanarak konuyu görüşmüş, Kiskim kazasının, merkezi olan Ersis ismiyle anılmadığından bu ismin verilemesinde ‘bir menfaat ve münasebet tasavvur edilemediğinden’ Kiskim isminin veliaht-i saltanat Yusuf İzzeddin Efendinin ismine izafeten Yusufeli olarak değiştirilmesi kararlaştırılmıştır. Kiksim isminin Yusufeli olarak değiştirilmesi kararı, kaza kaymakamı Ahmed Necati başkanlığında, kadı, müftü, mal müdürü vekili, tahrirat kâtibi ve seçilmiş iki Müslüman ve iki Gayrimüslim üyeden oluşan kaza meclisinde oy birliği ile alınmıştır. Kaza meclisinde alınan karar Erzurum vilayetinden hükümete bildirilmiş, hükümetinde de kararı aynen kabul etmesi üzerine 28 Mayıs 1914 (15 Mayıs 1330) tarihinde çıkarılan Padişah fermanıyla Kiskim kazasının ismi Yusufeli olarak değiştirilmiştir.
Kiskim ismi resmi yazışmalarda Keskim (ﻜﺴﻜﻴﻡ) olarak yazılmakta ve telaffuz edilmektedir. Osmanlı arşiv kataloglarında bazen Kiskim olarak yazılmışsa da çoğunlukla Keskim yazılıdır. Çünkü Keskim Osmanlıca okunuşa daha uygun olup hatta bazı salnamelerde harekeli olarak Keskim şeklinde yazılmıştır. Bu durumda Ankara’nın Keskin kazası ile Keskim arasında bir harf değişikliği vardır.
1 Ağustos 1914 tarihinde Birinci Dünya Savaşı Avrupa’da patlak vermiş, savaşın başlamasından bir gün sonra Almanya ile ittifak antlaşması imzalayan Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi an meselesi haline gelmiştir. Savaş hazırlıklarının başlaması ile Rusya sınırında yer alan serhat kazası olan Yusufeli bölgesi Osmanlı ve Rus taraflarının savaş hazırlıkları bakımından önemli bir mevkii durumuna gelmiştir. Hem Rusya hem de Osmanlı devleti aralarında çıkacak savaşta, rakip orduları arkadan yıpratmak üzere, düşman iç kesimlerde faaliyet gösterecek çeteler teşkil etme yoluna gitmişlerdir. Osmanlı – Rus sınırında yer alan Yusufeli bölgesi dağlık bir coğrafyaya sahip olduğundan sınırın korunması tam olarak mümkün olmuyor ve karşılıklı kaçak geçişler kolayca yapılıyordu.
Rusya, Osmanlı Devleti içerisinde bozgunculuk çıkarmak üzere Kafkasya’da kurmuş olduğu Ermeni çetelerini 1890’lı yıllardan itibaren Osmanlı sınırlarından geçirmekte ve Erzurum, Van, Sivas gibi bölgelerde Ermeni ayaklanmalarının çıkarılmasını hazırlamaktaydı. Savaşın yaklaştığı dönemde bir taraftan Rus ordusu saflarında Ermeni Gönüllü Alayları teşkil ediliyor diğer yandan da Kafkasya’da kurulan Ermeni çeteleri, Yusufeli, Sarıkamış ve Doğubayazıt bölgelerinden yurda sokuluyordu. Ruslar, sadece Ermeni çeteleri yurda sokmakla kalmıyor aynı zamanda içerde teşkil edilen Ermeni çetelerini, Yusufeli ve diğer geçitler vasıtasıyla gönderilen silah, cephane ve sair mühimmatla desteklemekteydi. Ruslar savaş arifesinde Ermenilerin yanı sıra Gürcülerden de milis teşkilatı oluşturdu.
Birinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da başlaması üzerine Osmanlı Devleti, savaşa hazırlık anlamına gelen askeri seferberlik ilan etmiştir. Savaş sırasında düşman ordularının arkasında faaliyette bulunmak üzere, İttihat ve Terakki partisi merkezinde ve Harbiye Nazırı Enver Paşaya bağlı olarak Teşkilat-i Mahsusa kurulmuştur. Teşkilat-i Mahsusa, silahlı çeteler kurarak savaş çıktığında Rus topraklarına baskınlar yapmış ve düşman kuvvetleri hakkında bilgi toplamıştır. Ayrıca Teşkilat-i Mahsusa tarafından Rusya tarafında Müslümanlardan oluşturulan çeteler düşmanın geri hatlarına saldırarak zaafa uğratmıştı. Teşkilat-i Mahsusa, Kuzey Kafkasya’ya özellikle Artvin bölgesine çok önem vererek önde gelen lider ve elemanlarını bu bölgede görevlendirmiştir. Erzurum vilayetinde Teşkilat-i Mahsusa’nın organizesi için görevlendirilen İttihat ve Terakki’nin liderlerinden Dr. Bahattin Şakir Bey, Artvin bölgesinde teşkil edilen veya oraya sevk edilen milis kuvvetlerinin teşkil, organize ve desteklenme görevini üstlenmiştir. Teşkilat-i Mahsusa tarafından Artvin bölgesinde, Halit Bey (Paşa), Rıza Bey, Nail Bey, Yakup Cemil, Arif Cemil gibi Türklerle birlikte bir Alman Binbaşı Stange bey taburuyla birlikte görevlendirilmiştir.
Bu milisler yerel halkın büyük desteği ile Artvin bölgesini savaşın başlangıcında Ruslardan kurtarmayı başarmış ve Rus kuvvetleri ile başarılı çatışmalar yapmıştır.
Bu seferberlik döneminde sınır bölgeleri yetkilileri Rusya tarafından bilgi toplamakla görevlendirilmiştir. Bu arada Yusufeli Kaymakamı Ahmet Necati Bey, Rusya’da bilgi toplama görevini üslenmiştir. Kaymakam Ahmet Necati Bey, topladığı istihbaratı, 1 Ekim 1914 (18 Eylül 1330) tarihinde 3. Ordu komutanlığına göndermiştir. Bu rapora göre, Yusufeli'nin Barhal (Altıparmak) köyü eşrafından ve güvenilir bir kişi olan Hafız Mehmed Efendi, Rusya'ya geçerek bilgi toplamıştır. Ruslar Ermenilerden ve Rumlardan çeteler oluşturarak silahlandırmışlardır. Bu çetelere giren Ermenilerin çoğu Osmanlı tebaasıdır. Çete mensuplarından bizzat dinlenilmiş olduğuna göre Osmanlı toprakları dâhilindeki Ermeniler de ayrıca bir teşkilat yapmakta olup dâhilde ve hariçte aynı zamanda fiili olarak harekete başlanılacaktır. Çetelerden bir kısmının Yusufeli'nin Kobak (Yüksekoba) köyü tarafından geçerek Hoduçur'u tutması ve orada kuvvetlerini çoğalttıktan sonra duruma göre hareket etmesi plânlanmıştır.
Yusufeli kaymakamının telgrafından dört gün sonra 5 Ekim 1914 (22 Eylül 1330)'de Hopa kaymakamlığından aynı konuda Trabzon valiliğine bir rapor gönderilmiştir. Bu rapora göre, Rusya'daki Osmanlı ve Rus Ermenilerinden 800 kişilik bir çete Rus hükümetince silahlandırılarak evvelki akşam geceleyin Batum'dan hareket ederek Artvin taraflarına gitmişlerdir. Bunlar Artvin ile Ardanuç arasında taksim edilecektir. Rus hükümetinin verdiği istiklâl vaadi üzerine bu çeteler kurulmuş ve bunlara Osmanlı memleketlerinde asayişi ihlâl etme görevi verilmiştir. Bu komitenin gönüllü miktarı, Ermeni, Rum ve diğerlerinden olmak üzere, 7.000'e vardırılacaktır. Türk çetelerinin İran ve Urmiye yönünde taarruzunda, bunlar da hudutlardan taarruza geçeceklerdir.
Rusya'da kurulan Ermeni çetelerinin İspir'in Hoduçur nahiyesine geçerek buradaki Ermenileri de teşkilatlandırarak büyük bir karışıklık çıkarılacağının 3. Orduya ihbar edilmesi40 üzerine 3. Ordu komutanlığı, acilen tedbir alınması için 9. Kolordu'ya emretmiştir.
Ancak Bayezid'den Karadeniz'e kadar uzanan cephenin geniş olması ve özellikle Yusufeli ve İspir taraflarında arazinin dağlık olması bu cephenin tutulmasını imkânsız kıldığından, tedbir olarak Hoduçur'a jandarma kuvveti sevk edilmiş ve ahalisi Ermeni olan köylerde de tedbir alınmıştır.
Teşkilat-i Mahsusa’nın Erzurum bölgesi temsilcisi olarak Dr. Bahatti Şakir Bey görevlendirilmiştir. Teşkilat-i Mahsusa’nın bölgedeki operasyonları Dr. Bahatti Şakir tarafından yönetilmiştir. O dönemde Rusya tarafında olan Artvin, Şavşat, Ardanuç ve Borçka bölgelerindeki çeteler de Dr. Bahatti Şakir tarafından sevk ve idare edilmiştir. Artvin’deki Türk milislerin silah, cephane ve sair yönlerden desteklenmesi ve organizasyonu için Yusufeli önemli bir üs durumunda idi. Dr. Bahattin Şakir Bey, Yusufeli’ne gelerek Artvin bölgesi Türk milis kuvvetlerinin teşkilatlandırılması, sevk ve idaresini buradan organize etmiştir. Dr. Bahattin Şakir Bey, Artvin ve çevresindeki milislerin organizasyonu için 16 Aralık 1914 tarihinde Yusufeli’ne gelmiştir. Artvin bölgesi Türk çeteler tarafından Ruslardan temizlenince Dr. Bahattin Şakir Bey, Tavakerd, Ardanuç yoluyla Artvin’e gelmiştir.
Yusufeli’nin çeşitli köylerinde kurulan milli çeteler Artvin bölgesindeki savaşlara katılmışlardı. Yusufeli çetelerinin başında Nusuncur/Lüsuncur (Çamlıca/Değirmentaşı) köyünden Molla Sabit Bey kuvvetleri gelmekteydi. Diğer bir Yusufeli çetesi ‘Hod Çetesi’ olarak anılan çete, Şavşat’ın kurtarılmasını sağlamışlardı. Yusufelili Mustafa Çavuş ile Hodlu Altunoğlu Mahmut ve Ali onbaşı emrinde bulunan 30 kişilik bu çete, Rusların Ardahan’a doğru kaçarak boşalttığı Şavşat kasabasını korumaya almışlardı. Daha sonra Şavşat’ın savunmasını üslenmek üzere Yusufelili Sabit Bey emrinde 200 kadar silahlı çete kasabaya gelerek Sahara geçidini tutmuşlardı. Sahara geçidinin savunulmasında Sabit Bey kuvvetleri ile Sahara eteklerinde bulunan Yavuzköy halkı büyük yararlılıklar göstermişti. Sahara savunması 1915 Mart ayı sonuna kadar devam etmişti. Ruslar, Hopa, Borçka, Ardanuç kesimlerindeki kuvvet ve saldırılarını artırınca çetelerimizin Sahara’da tutunma imkanı kalmadığından Berta köprüsünde karargah kurmuş olan Halit Bey (Paşa) kuvvetlerine katılmışlardı.
Teşkilat-i Mahsusa emrinde Artvin bölgesinden, çete kurarak savaşlara katılan kahramanlar, Murgullu İmamzade Mehmet efendi (Mehmet Edip Din), Artvinli Çoşkunoğlu İsmail Ağa, Artvin Korzullu Yol ustası oğullarından emekli jandarma Binbaşısı Yususf Rıza Bey, Seyitler köyünden Kadir Ağa, Artvin Çarşı İmamı Hafız Hasan (Binatlı Hoca), Sirya (Zeytinlik) köyünden Keşoğlu Yusuf Ağa, Ardanuç Müker köylü Nazım Efendi (Rus işgali devrinde Artvin’de Rus hükümeti memurlarından), Şavşat Savaş köylü Ali Ağa idi.
Artvin bölgesinde Türk ve Gürcü Müslümanların hâkimiyeti birkaç ay sürmüştür. Bölge tekrar Rusların eline geçmesine rağmen milis kuvvetlerimiz savaşa devam etmişlerdir. Bu sırada Dr. Bahattin Şakir, Yusufeli’ne gelerek adeta burayı karargâh yapmıştır. Alman Binbaşı Stange ve İstanbul’da kurulup Artvin bölgesine gönderilen Veysel Bey çeteleri Yusufeli’ne gelmişler ve daha sonra Stange Bey Murgul bölgesini Ruslara karşı savunmuştur.
Artvin bölgesindeki Teşkilat-i Mahsusa kuvvetleri Ruslar tarafından bozguna uğratılmış ve kuvvetlerimizin 5 Nisan 1915 tarihinde Artvin’i terk etmesiyle Yusufeli yineden sınır olmuştur. Teşkilat-i Mahsussa kuvvetleri o dönemde Yusufeli’ne bağlı olan Melo’da toplanarak Artvin yönünden gelen Rus kuvvetlerine karşı savaşmışlardır.
16 Şubat 1916 tarihinde Erzurum’un Ruslar tarafından işgali üzerine Çoruh Müfrezesi’nin Artvin bölgesi savunmaları sona ermiştir. Halit Bey, 1 500 kişilik müfreze ile 5 Mart 1916 tarihinden itibaren Keldağ – Damlakürün hattını bırakıp Yusufeli’ne çekilmiş, Oltu İşhan üzerinden sarkan 45 taburluk Rus kuvvetlerini bir yıl durdurmuştur. Ancak 1916 yılı sonunda Türk kuvvetleri, Yusufeli kaza merkezi olan Ersis (Kılıçkaya)’i boşaltarak Bayburt yönünde çekilmek zorunda kalmıştır.
Yusufeli boşaltıldığında kaza merkezi ve devlet belgeleri geçici olarak Bayburt’a nakledilmiştir.48 Yusufeli’nin esareti bir buçuk yıl kadar devam etmiştir.
Yusufeli bölgesinin işgale edilmeye başlamasıyla kaza merkezi ve köylerden kitle halinde göçler yaşanmıştır. Göç eden Türklerden bir kısmı yollarda Ermeni çeteleri tarafından katledilmiştir. Yusufeli eski kaymakamlarından Mehmet Beyin eşi Ruhsar Hanım, kızı Müzeyyen, hizmetçileri Sadakat ve çocuğu göç ederken yolda Ermeni çeteleri tarafından çevrilmiş, akıbetlerinden bir daha haber alınamamıştır.
Yanlarında erkek olan aileler İspir – Bayburt yolu ile iç bölgelere doğru göç etmişlerdir. Yusufeli göçmenlerinden batıda Tokat, Erbaa, Amasya, Merzifon, Sivas, Yıldızeli’ne, güneyden Adana’ya kadar gidenler olmuştur. Göçmenlerden bir kısmı Yusufeli’nin kurtuluşundan sonra geri dönmüşse de bir kısmı gittikleri yerlerde yerleşerek kalmışlardır.
Göçemeyen bazı kadın ve çocuklar dağlara kaçarak mağaralarda yaşamışlardır. Ancak bir müddet sonra işgalci Rusların zarar vermediğini öğrenince evlerine geri dönmüşlerdir.
Rusya’da Bolşevik İhtilâli olunca Rus orduları dağılmaya başlamış, Osmanlı hükümeti ile Ruslar arasında 18 Aralık 1918 tarihinde Erzincan Mütarekesinin imzalanması ile Ruslarla savaş sona ermiş ve Osmanlı ordusu, Erzincan, Erzurum ve işgal altındaki diğer doğu bölgelerini kurtarmak üzere harekât başlatmıştır.
Rus orduları çekilirken Türk milletine bir ihanet daha yaparak silah, cephane ve malzemeleri Ermeni çetelere bırakmıştır. Bu silah ve cephanelerle silah gücünü artıran Ermeni çeteleri de Türk ve Müslüman halkı katletmeye başlamışlardır. 12 Mart 1918 tarihinde Erzurum Osmanlı kuvvetleri tarafından Ermeni çetelerden temizlenerek kurtarılmıştır.
Hoduçur ve Mohurgut’ta Ermeni çeteleri büyük yığınak yapmışlardır. Erzurum kurtarıldıktan sonra da Hoduçur’da Ermeni çeteleri direnmişler, bu direnişi kırmak üzere ordu birliklerimize destek vermek üzere Türk halkının kurduğu çeteler de savaşa katılmışlardır. Yusufeli halkı bu dönemde de milis teşkilatı kurarak Hoduçur’da savaşmışlardır. Yusufeli’nden Oşnaklı (Köprügören) Sabri Bey ve Çörgenisli (Yamaçüstü) Kurban Ağa kuvvetleri Hoduçur savaşlarına katılmışlardır. 14 Mart 1918 tarihinde Hoduçur bölgesi Ermeni çetelerden kurtarılmıştır.
Rus ordularının Erzurum vilâyetini terk ettikleri 1918 yılının ilk aylarında Yusufeli bölgesinde bulunan Rus kuvvetleri de bulundukları yerleri terk ederek Rusya’ya gitmişlerdir. Böylece Yusufeli düşman işgalinden kurtulmuştur. Yusufeli’nde Ermeni nüfus olmadığından Ruslardan sonra her hangi bir Ermeni savaşı yapılmamıştır. Yusufeli bir savaşla kurtarılmadığı için kurtuluş günü de yoktur. Yusufeli düşman işgalinden sonra Erzurum vilayetine bağlı bir kaza olarak idaresi yeniden kurulmuştur.
Ruslar Yusufeli kazasını terk ederken hükümet konağını tahrip etmiş ve yakmışlardır. Kaza yeniden teşkil edildiğinde bir ev hükümet konağı olarak kiralanmıştır. Bu konağın kirası birkaç yıl ödenememiş ve daha sonra topluca ödenmiştir. Bu sırada yeni hükümet konağı inşa edilmiştir. Kiralanan konağın kira bedeli ve yeni yapılan hükümet konağının inşa masrafları İstanbul hükümeti tarafından ödenmiştir.
Ruslar, Artvin bölgesini Gürcü kuvvetlerine bırakarak çekilmişlerdir. 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM açıldıktan sonra Milli Mücadele cepheleri kurularak Doğu Cephesi Komutanlığı’na Kâzım Karabekir Paşa atanmıştır. Kâzım Karabekir Paşa, TBMM’nin karar ve talimatıyla Kars, Ardahan, Artvin ve Batum’u kurtarmak üzere Doğu Harekâtı’nı 28 Eylül 1920 tarihinde başlatmıştır. Bu savaş sırasında Kâzım Karabekir Paşanın 23 Şubat 1921 tarihinde ültimatom vermesi üzerine Ardahan, Artvin ve Batum Gürcü hükümeti tarafından boşaltılarak Anavatan’a katılmışlardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile Sovyetler Birliği hükümeti arasında 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması ile Türkiye’nin doğu sınırı belirlenmiştir. Bu antlaşma ile Kars Ardahan ve Artvin Türkiye’de kalırken Batum Sovyetler Birliğine bırakılmıştır.
7 Temmuz 1921 tarihinde Artvin sancağı kurulmuştur. 24 Nisan 1924 tarihinde Teşkilat-i Esasiye Kanununun idari bölümünde yapılan değişiklikle sancaklar vilayete çevrilmiş ve Artvin Sancağı da vilayet olmuştur.
Yusufeli kazası 26 Haziran 1926 tarihinde çıkarılan kanunla Erzurum’dan alınarak Artvin vilayetine bağlanmıştır. 29 Haziran 1926 tarihinde çıkarılan kanunla da kaza merkezi Ersis’ten Öğdem’e nakledilmiştir. Bu dönemde Yusufeli’nin 55 köyü vardır.
1 Haziran 1933 tarihinde Artvin vilayeti lağvedilerek merkezi Rize olan Çoruh vilayeti kurulmuştur. Artvin’in kaza olması ile Yusufeli kazası köyleri ile birlikte tekrar Erzurum vilayetine bağlanmıştır.
Çoruh vilayetinin merkezi 4 Ocak 1936 tarihinde çıkarılan kanunla Rize’den Artvin’e nakledilmiştir. Aynı kanunla Yusufeli Erzurum vilayetinden alınarak tekrar Çoruh vilayetine bağlanmıştır. 17 Şubat 1956 tarihinde Çoruh vilayetinin ismi Artvin olarak değiştirilmiştir.
18 Şubat 1950 tarih ve 5531 numaralı kanunla Yusufeli ilçe merkezi Öğdem’den bugünkü merkezi olan Ahalt’a nakledilmiştir.54 Yusufeli ilçesinin Erkinis (Demirkent), Ersis (Kılıçkaya), Öğdem, Sarıgöl (Taşkıran) nahiyeleri ve 56 köyü vardır.
Yusufeli coğrafyasında tarım alanlarının ve hayvan otlaklarının kısıtlı olmasından dolayı nüfusun çoğaldığı tarihlerde geçim sıkıntısı yaşanmıştır. Bazı zamanlarda Yusufeli halkı çalışmak üzere Rusya tarafına gurbete gitmişlerdir. Rusya, öncelikle Batum’a çalışmak için giden Yusufelililerden pasaport sormazken 1899 yılında pasaportsuz geçişleri yasaklamıştır. Sorunu çözmek için Erzurum valisi konuyu İstanbul hükümetine bildirmiştir.56 Konu Osmanlı devleti ile Rusya arasında uzun müzakerelerle tartışılmış ve sınır bölgelerindekilerin geçişini sağlayan pasavanların verilmesi ile çözülmüştür.
Ziraat alanının bu darlığından halkın iaşesine yetecek kadar hububat bazı senelerde yetişmediğinden Yusufeli’ne Rusya’dan buğday ve sair hububat ithal edilmiştir. Bazı seneler bu hububat ithalatından Osmanlı hükümeti gümrük vergisi almamıştır.
Tarihin her devresinde Yusufeli bölgesi halkı, daima sakin ve suç işlemekten kaçınan insanlar olmuştur. Bundan dolayı Osmanlı devrinde bazı dönemler Yusufeli kazasında mahkeme kurulmamıştır. 1892 yılında Kiskim kaza merkezi Öğdem’den Ersis’e taşınırken taşınma gerekçelerinden birisi de Kiskim’de mahkeme olmamasından dolayı kazanın mahkeme olarak bağlı olduğu Tortum’a Ersis’in Tortum’a daha yakın olmasıdır. Yusufeli halkının dürüstlüğü ve uyumluluğunda o günlerden bugüne çok şey değişmemiştir. Bugünde Yusufeli’nde hapishane yoktur.
Yusufeli kaza merkezi Osmanlı ve Cumhuriyet devirlerinde yedi defa yer değiştirmiştir. İlk Osmanlı fethi ile Peterek kaza yapılmış, daha sonra Kiskim’e oradan Öğdem’e ve Ersis’e taşınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti devrinde Ersis’ten tekrar Öğdem’e ve oradan da şimdiki yeri olan Ahalt’a nakledilmiştir. Son yıllarda Çoruh nehri üzerinde yapılmakta olan hidroelektrik barajların yapılmaya başlaması ile ilçe merkezinin, Yusufeli barajı suları altında kalacağından dolayı taşınması gündeme gelmiştir. Daha önceki ilçe merkezleri gibi Yusufeli ismine yakışır bir güzel ilçe merkezi kurulacağı umulur.
Prof. Dr. Muammer DEMİREL